2013-2015 yılları arasında Karadeniz'in en güzide şehirlerinden biri olan Giresun'u tanıtmak adına bağımsız yazarlarla başlattığımız Giresun Blog projemizle artık ilgilenemiyor olsak bile bu zamana kadar yazılmış olan birbirinden önemli yazıları sizlere arşivlemek istedik. Önemli bir kısmını da şehrimizin daha geniş kitlelerce tanıtımına destek olmak amacıyla Gezimingo seyahat sitesine aktardık. Dilerseniz birden fazla bağımsız yerel Giresunlular tarafından yönetilen sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip edebilirsiniz.

Sahafzade Bülten – Temmuz 2014 – Giresun Blog Özel Sayısı

Giresun Sahafzade Kitabevi’nin aylık çıkardığı edebiyat ve sanat bülteninin tüm sayıları Giresun Blog’da! Bülten, geçtiğimiz Haziran ayında da olduğu gibi Temmuz ayında da Giresun Blog’a özel sayısını çıkardı. Giresun Blog özel sayılarına diğerlerinden farklı olarak basılı değil, online ortam üzerinden erişebileceksiniz.

Sahafzade Bülten Temmuz ayı Giresun Blog özel sayısı için 1 yıl boyunca yazılan yazıların en iyilerini derledi. İçeriğe bu sayfa üzerinden ulaşabilirsiniz!

[accordions ]
[accordion title=”Bunları da hatırlayalım / Fatma Civelekoğlu Geçer” load=”hide”]Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov’dur. Ailesi oldukça yoksul olan Aleksey 4 yaşındayken mobilya işçisi olan babasını kaybetti. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin, torunu Aleksey üzerinde etkisi büyüktür ancak dedesi, katı ve kaba biri olduğu için ancak birkaç ay okuması özverisini bulunmuştur. Yedi buçuk yaşından sonra sokaklardan öğrendikleriyle büyümeye başlar Aleksey. Anneannesi yaşama daha insanca bakmasını sağlıyordu. Küçük yaşlarda edindiği acı deneyimler, yaşamla yüz yüze gelince adını değiştirmesine ve Maksim Gorki’ye çevirmesine neden oldu. Gorki acı anlamına gelmektedir. [/accordion]
[accordion title=”2013 Yılının En Çok Okunan Kitabı” load=”hide”] ZÜLFÜ LİVANELİ / KARDEŞİMİN HİKÂYESİ
Kurgulanmış yaşamın gerçek hali Livaneli romanında canlanıyor. Eser; 11 Haziran 2011 gecesi işlenen cinayetle başlar ve Arzu Kahraman bir gece de sıfat değiştirir. Halbuki kimi cinayetler kimse farkında olmadan işlenir. Gözler önündeki ölülerin, konuşan cesetlerin kimseyi ürkütmüyor olması ise apayrı bir konu. Dehşet verici.
Kalabalık yaşamlardan uzak kalmak için yıllar önce Podima Köyüne yerleşen 58 yaşında, emekli mühendis. Ve onun köpeği Kerberos. Yani; yeraltına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önleyen bir Kerberos.
1963 yılında ağır bir travmadan sonra, yaşadığı gerçekle yüzleşerek hayatına devam eden ve ODTÜ Mühendislikten mezun olan Bay Arslan, Sovyetler Birliği’ne ait olan Beyaz Rusya’nın Borisov kentine bir Türk Şirketi’nin Mühendisi olarak gider. Borisov’da yaşadığı derin aşkın daha doğrusu kara sevdanın yanı sıra bir yanlışlık sonucu Çeçenistan’da tutuklanarak on sekiz ay hapis yatar. Hapisten çıkar çıkmaz sevdiği kadını kaybetmesi, ağır duygusal travma yaratır. Ayrıca Moskova’da bir meydanda at tepmesi sonucunda oluşan fiziki travma ile bir de bilinçaltında hala yaşamakta olan çocukluk travması birleşince –beyin anomalisi- ortaya çıkar.
Bay Arslan’ın duyguları artık yoktur. Ağır yaşamların bedeli her zaman ağır olmuştur. Bu tür hastalar, başlarına gelen olaylar sonunda kendilerini çeşitli durumların yaratacağı üzüntülere, yaralanmalara karşı korumak amacıyla, insani duygulara beyinlerini tamamen kapatır. Kahramanımız, düşünen, anlayan bedensel zevkler alan biri fakat manevi olarak sıfır çünkü hisleri ölü. İki katlı bir evin, dört kişiden başka misafiri yoktur. Kendini duygu eğitimine adamış, dokunma fobisi yaşayan, iki katlı olan evin sadece bir odasının kapısı oluşu, kalan diğer metrekarelerin kitap raflarıyla odacık şeklini alışı kahramanımız Bay Arslan’ı kitap ormanında ya da Milli Kütüphane de yaşıyor gösteriyor. Bay Arslan’ın zahirde zincirleri yok ancak pinhanda her şey prangalı. İnsani olan tüm duyguları reddetme. Sevgili dediği cihazda bunun bir delili.
Sizin evinizdeki odaların adı nedir? Bu romanda her nesneye bir isim var. Ya sizlerin yaşamında, kaç tane ismi konulmamış, etiket bekleyen, hüviyetsiz duygularınız var?
Aradan geçen onca şizofrenik, paranoyaklık, obsesiflik hallerden, aklını kaybetme noktasından bile tekrar yaşam kurabilen ve şekillenen bir yaşamı bitiren neydi?
Bunca yaşanmışlığı çekip aldığınız zaman Bay Arslan’a kalsa kalsa kurbağayı prense dönüştüren olay kalmaz elbette. Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ romanındaki Selim Işığın akibeti kalır. Okuyucu olarak benim aklım, kahramanımızın evinin bir önceki sahibinin, üzerinde acemice çizilmiş, mavi bir deniz kızının yer aldığı ‘’Hayallerim ve Ben’’ kitabında kaldı.
Yaşamadan öğrenme mantığının, zaman kavramının önemini kaybetmenin, fazla bilmekten dolayı mutsuz olanların ve son olarak mutlu olabilmenin tek şartının ‘’unutmayı’’ başarabilmektir diyebilen bir romandır.

Kitap Yorumu: Fatma Civelekoğlu Geçer[/accordion]
[accordion title=”Ahmet Orion / Saframdaki Bitler” load=”hide”]Yaşamak ile yaşamamak arasındaki ince çizgi de gidip geliyorum. Gidip…

Ve yaşamak kısmı zor geliyor her geçen gün. Yaşamamak daha cazip. Kusuyorum. Yine çok içmişim. Yine çok çekmişim. Üzerimde iktidarın gazetesi muhalefetin sözü var. Kuşe kâğıda basılı ama aciz.

Gece ya da sabaha doğru ağzıma kedi oturmuş olmalı o tadı hissediyorum.
Kusuyorum…
Saframı da bırakıverdim yine. Verdiği kadar aldı bereket tanrısı benden. Yoksa güneşe mi tapıyordum bilmiyorum.

Ayağa kalkıyorum, oysaki gayet yere paralelim. Kafam dik açı. Ya da 75 derece emin değilim.
Ama bildiğim tek bir şey var 3 milyar 750 milyonun kafasını yaşıyorum.
Yaşıyorum.
Hayır, yaşamak istemiyorum.

Ayağa kalkıyorum, reelim. İki adım, üç adım, 13 adım. Evim olmalı bir de kocam. Bereket güneşine şükrediyorum, çocuğum yok. Olsaydı bir de onlar için içerdim.

Gece olsun, gece olsun. Bir gecenin içine giriyorum. Her damla da üçte bir tur dönüyor kolumdaki turnike. Kanatlarım çıkıyor ben uçuyorum, saçlarım nem kokuyor bir de safra.
Ölen bitlerimi görüyorum.
Bit kaynıyor her yanım ve it gibi geziyorum sokaklarda.
Kendime sövdüm.
Salyalarım akıyor, derim parçalanıyor, kanıyor, kanadıkça yanıyor.
Kendimi dövdüm.
Hala güzelim, daha da güzel, tanıdıkça güzel.
Kendimi övdüm.
Gidiyorum, abartısız.
Abartısız öldüm. [/accordion]
[accordion title=”Ali Refik İSLAM / Giresun Aksu Anadolu Lisesi” load=”hide”]Uykuyla uykusuzluk arasında bir asma köprüyüm
Horan bir tarafımdan kopuyor iplerim
Uyusam gözlerim korkuyor rüyadan
Hâkim olamıyorum bazen gözyaşlarıma
Yazıyorum ama
Her satırda içim biraz daha yanıyor
Kalbim bir kez daha ikileme düşüyor;
Atmakla atmamak arasında.
Bir şey diyemiyorum artık ve
Eriyip gidiyor damla damla,
Bir kar gibi, bir kar gibi.[/accordion]
[accordion title=”Bengisu AKKURT / İMKB Anadolu Öğretmen Lisesi” load=”hide”]ÜÇ ELMA

Göğe üç elma fırlatıyorum yeryüzünden
Üçü de göğün olsun.
Gri, dumanlı bir kent güzünden
Kaçmak istiyorum kaçamıyorum.
Gökyüzünde şimdi bir düğün olsun.

Göğe üç elma fırlatıyorum
İster masallara taşısın
İster üçünü birden ısırsın.
Isınamıyorum o güneşi ne kadar parlatsa.
Ellerimizi sudan yapılmış sanırsın.
Şakısın kargalar, onlar da şakısın.
Şakısalar, kanatları göğü karartmasa
Hep aydınlık olsa bu yazdığım masa

Göğe üç elma fırlatıyorum
Dişine dokunmuyor
Gök elmayı seviyor, ya sevmiyor.
Bunu ancak papatyalar bilir.
Kim kimi sevmiyorsa papatyalar bilir.

Göğe üç elma fırlatıyorum
Çürük, ezik ve kurtlu
Kurda sorarsanız
O asıl orada mutlu.
Kurtsanız, mutluysanız ve
Göğe fırlatılmışsanız
Afilli bir yaşamaktır bu.

Göğe üç elma fırlatıyorum
Biliyorum gök ne şiirler bilir
Hiçbirini söylemez.
Söylese sevinebiliriz
O söylemez hiçbirini.
Dinlesek belki
Duyabiliriz.

Göğe üç elma fırlatıyorum
Göğe hiç elma fırlattınız mı?
Zaten fırlatmayınız

Nasıl iyi birer elma olunur
Ben onu anlatıyorum.

Göğe üç elma fırlatıyorum
Varsa eğer göğe göre üç elma
Onları fırlatıyorum.
Gök, sen al bu elmaları
Sevinçlerimizi alma.
Alma söylemeyeceğin şiirlerimizi
Bak bizim bu sol yanımız ne güzel
O olsun bizde kalsın
Alma.[/accordion]
[accordion title=”Derya Uçar / Giresun Üniversitesi / İngilizce İşletme Bölümü” load=”hide”]Bir Yerden Başlamak

İnsanların sahip oldukları fikirleri değiştirmek zordur aslında. Çoğu zaman kendi düşünceleri dışına çıkmak istemezler. Karşısındaki ne kadar haklı olursa olsun onu kabul etmeyi gurur yapar ve o zihniyetine devam ederler. Basit bir örnekle açıklamak gerekirse dünyaya gelmeden önce kimse Yaradan’la pazarlık yapmadı Türk, Kürt, beyaz ya da zenci doğmak için, doğduğumuz zamanda bir yapıda geldik ama insanlar anlayış göstermedi sadece kendi görmek istediklerini gördüler o yüzden ben haklıyım dedi biri, diğeri hayır ben, aslında ikisi de haklı değil ikisi de suçluydu çünkü kimse karşısında ki insanın fikrine önem vermedi, gururunu bırakmadı. Tüm mesele buydu. Bunu anlamadıkları için bu görüşle birçok yararlı düşünceyi yok ettiler ama farkında olamadılar.

Bence bir yerden başlamalıyız sabit düşünceleri kırmaya. Tabi ki insanları değiştirmek kolay değildir. Bu yüzden sadece doğruyu anlatmak için çaba göstermeliyiz. Zaten davranışları değiştirmek doğru değildir çünkü insanlar değişmez. Bu durumda yapılabilecek tek şey: ” Seninle aynı olanları bulmak ve bu duruma son vermeye çalışmaktır! ”.[/accordion]
[accordion title=”DÜŞ-MAN / Fatma Civelekoğlu Geçer ” load=”hide”]DÜŞ – MAN

Güneşi vakumlayan akşam gibi
Mavinin evladı Karadeniz gibi
Yiğit olmalı düş – man.
Önce düş-meli sonra nam salmalı (man-nam)
En zayıf anında karşında değil, saldırıda da değil
Hamle yapmanı bekleyen olmalı.
Sırtından vurmamalı,
Yüz yüze, göz göze vuruşmalı insan düş-man
Beyin savaşının fiziksel ataklarında
Sana, görmediğin ya da yaşamadığın zamandan dersini aldırmalı
Fakat daima mert olmalı.
Akbabalar gibi leşe konmamalı.
Kendine demelisin düş-manım dostum olmalı.
21.04.2014[/accordion]
[accordion title=”Mehmet Üzeyir ERGÜN /Giresun Üniversitesi İşletme Bölümü” load=”hide”]Söylemek isteyip de söyleyemediğim kendime bile itiraf etmekten kaçtığım onca şey varken nasıl olurda hiçbir şey yokmuş olmamış gibi yaşar ki insan.
Sevilmeye layık olduğunu, başardığını, ayakta kalıp herkese her şeye inat güçlü kalabildiğini kanıtlarcasına, çevresine korku salan bir köpek balığının çelik kadar sert bir o kadar da güçlü dişleri misali koparırcasına ısırmak isterken zayıflığını nasıl olur da susar ki insan…
Bazen anlatmak göründüğü kadar kolay olmasa gerek ki bu zamanlar da görürsün kaleminin büyüsünü, anlarsın aslında hiç ortaya çıkmayan ya da bir şekilde bastırmaya çalıştığın duyguların gücünü. Okumak kadar kolay değil tabi ama yine iyi bir başlangıç istiyorsan hayata dair ışığı hisset ruhunu serbest bırak. Bırak yazsın ellerin, sıkıştırıp bir köşeye koyduğun duyguların bırak yol göstersin sana. Bazen tanımadığın insanlar için bile gözyaşı dökersin. Ağladığın o insanların kayıpları mı yoksa sürekli içinde gizlediğin yitilmişlik mi? Kendine itiraf etmeye uğraşma bırak dökülsün gözyaşların tanımadığın insanlar için bile olsa bırak dökülsün. Bazen tanımadığın insanların sana göstermeye çalıştığı yol daha anlamlı olur eğer farkına varırsan. Ve yine bazen aslında hiç düşünmediğin anda aldığın kayıplardır seni hayata bağlayan.
İyi ki tanıdım seni güzel insan iyi ki gördüm her şeye rağmen gülen yüzünü. Aslında anlattığın, anlatmaya çalıştığın onca şey varken belki ben sadece anlamam gerekeni anladım; sen de okuma, yazma aşkıydı seni hayata bağlayan. Bana da mirasın olsun elimden geldiği kadar çok okuyup elimden geldiği kadar çok yazacağım bundan sonra ki gülen yüzünün ben de ilk ve son hatırası olsun.
Huzur içinde uyu benim Canım Ablam…
Sen şimdi bizden;
Uzak olduğunu mu,
Yalnız olduğunu mu,
Unutulduğunu mu,
Vazgeçildiğini mi sanıyorsun?

Arzu KARAAHMET Anısına[/accordion]
[accordion title=”Melis Atalay / Giresun Hamdi Bozbağ Anadolu Lisesi” load=”hide”]Kasvet
Ah camıma vuran damla.
Bu havanın boğuk
Ama
Kasvetli hali
İnansan.
İklimlerin de değiştiği
Gibi
İnsanların değişeceğine.
Kalbinin taşıdığın
Kadar
Hafif olmadığına.
Bir değil
Bin inansan
Bu havada
Yaşayanlar da
Ölüler de
Hâlet-i ruhiyeme
Hiç iyi gelmiyor.
Bir çığlık tırmalıyor kulaklarımı
İlk önce.
Kıyamet öncesi
Bir sessizlik kucaklaşıyor
Siyahın en koyusiy-le.
Gidenler beni de götürseler
Her şeyin sonunun
Aslında
Büyük bir başlangıç
Olduğu yere…[/accordion]
[accordion title=”Rutubetli zaman / Fatma Civelekoğlu Geçer” load=”hide”]–Biliyor musun? Şu an koşmak istiyorum.
–Seni tutan nedir? Koş o zaman.

Kadın içinden “Sen Kimseyi Sevemezsin” şarkısı söylüyor. Mıh gibi şarkı sözlerini ithaf ettiği isim kalbinde. Yıllarca uğraşıp da sökemediği, söndürmeyi başaramadığı yanardağ.

–Kırk beş yaşına kadar koşarcasına yaşadıktan sonra şimdi şurada koşmak daha basit aslında.
–Anlamadım.
–Elbet anlamazsın. Anlasaydın vazgeçmezdin. ‘O da diğerleri gibi’ diyerek boş vermezdin.
–Nereden biliyorsun?
–Tanıyorum çünkü! Emin ol sen bile kendini bu kadar iyi anlamamışsındır. Bir elini cebinden çıkarma nedenine değin tanıyorum.

Yeryüzü şimdi daha da ağlak. Yılların günleri vakumladığı saatler birer birer hesabını görüyor.
Fırtınaya direnmeye çalışan ağaç gibi bakıyor adam. Birkaç adımla yaklaşmak isterken kadına, kusursuz kadın arayışında eriyen tüm ziyan ettikleri yumruk atmaya başlamıştı bile.

–Tanıdığın için mi koşmadın ona?
–Hayır. ‘O’ kendisi izin vermedi.
–Kendisini bu kadar iyi tanıyan bir kadını hiçbir erkek kaybetmek istemez.
–Haklısın. Haklısın da mücadele de etmez yanı sıra. Hep kendi gelsin diye beklenir.
–Dememiştir öyle.
–Sen nereden bilebilirsin ki!
–Bilmediğimi düşündüğün birçok şeyi bildiğim için bilmek istemedim.
–Mücadele etmemekle aynı şey söylediğin. Kusursuzluk diye bir şey yok neden anlamak istemezler bunu.
–Ruhumu yorgunlaştıran hislerden arınalı bir hayli vakit oldu.
–O zaman senin kalbin eğitim görmemiş. Ruhu yorulmayanın kalbi arsızdır, hırsızdır. Doymayı bilmeyendir, kanaatkâr değildir.

Susmuş saatlerin deminde adamın gözleri. Kafasındaki soru işaretleri, ünlem işaretleri savaş meydanında zırhlarını giyinmiş, direnişe geçecek olan noktanın gelmesini bekliyorlardı. Bu meydan da beslenmeleri gerekliydi. Yoksa bir yiğit düşünce de kalamazlardı. Keskin ve anlaşılır olan nokta geldiğinde galip ortaya çıkacaktı. Soru ve ünlem işaretlerinin sayısı git gide azalmaktayken dilsiz zaman, rutubet kokar oldu.

–Kelimelerle mahkûm ettin beni. Yargılanma sürecini hiç mi hak etmedim?
–Hak etmek yaşamayı ve yaşanılmayı gerektirir.

Şarkı söylüyor kalbi yine kadının. ‘Sen de Başını Alıp Gitme Ne Olur?’ Hep, yaşadığına yakın şarkılar oluştururdu listesini fakat yaşadıkları, seçtiği değildi. Yaşamda bunun adı diyordu sık sık kendine. Hem teselli edendi hem de cesaretlendiren yüreğini. Bir de elleri vardı. Ellerini açarak hiç kimseye edemediği şikâyetlerini arz ettiği en yüksek makama vasıta olan elleri. 08.04.2014

–Gitme demek istedim. Hem de çok. Fakat bugüne değin hiçbir kadına “gitme” dememiştim
ki ben. Nasıl denirdi ki bir kadına ben-im olur musun? Onu gördükten sonra kendimi misafirliğe uğurlamıştım. Gidince bile dönemedim o misafirlikten. Çok geç kaldım. Belki de korktum. Beni benden almasından, değiştireceğinden korktum kim bilir. Şimdi bir fırsatım olsa, gitme diyemediğim kelimeye inat, ‘yıllardır seni bekliyordum nihayet geldin’ dese bana.

–Ruhun azap çekiyor. Yorgunsun. Keşke’lerin sana ninni söylemiş, uykuların şizofren değil mi? Yıllardır kafanın toprağında bir soruyu yeşertmek ve büyütmek en büyük hapishanedir, öğrenmişsin. Birlikte bir fotoğraf karesinde olamadığın azap çeken duygunun karşılığında hiç hesapsız ‘nihayet geldin’ kelimesi çok lüks değil mi sence?

Nokta’ya doğru eğiliyor şimdi rüzgâr. Yağmur yemiş ağaç misali damlıyor düşünceleri pınarlarından adamın. Bir güç sanki sevdiğini yeryüzünden çekiyor gibi hissediyor. Hisleri de yabani değildi üstelik.

–Nokta, ey sevdiğim! Sol yanımın dolmayan boşluğu. Neden gittin? Ben kalmak istiyorum neden demedin?

–Cevabını alamayacağın soruları sorma! Duyamaz seni! Bu ağaç, onun en sevdiklerinden Çınar ağacı. Kendisi mezar taşı istemedi. Bilirsin sende ağaçların duruşuna hep hayrandı. Toprak yüzünden yeryüzüne geri dönen oldu mu şimdiye kadar? Güneş sana bir daha doğmayacak bilirim. Demişti bana Nokta; “İçinde bana ait zerre kadar bir duygu beslemişse çektiğimin daha üstününü yaşasın” diye.

–Ya sen!
–Benim adım Toprak. Okul arkadaşıyım. Gözlerinizin bazı anlar görmediğini de söylemişti.
Hiç ayrılmadık onunla. Çok yakındık. Sizi hep uzaktan izledi. Derin düşüncelerde olduğunuzda görme azlığı ve işitme sıkıntısı yaşadığınızı da biliyorum. Doktorunuzun stresten katiyen uzak durmanız gerekliliği konusunda ısrar etmelerini de. Buna rağmen iki defa evlendiniz. Çocuğunuz hiç olmadı. Nerde akşam orada sabah misali yaşadınız. Allah aşkına eşiniz bu yaşama nasıl tahammül ediyor? Durun ben söyleyeyim! Tahammül etmeyenlere yol veriyorsunuz. Kavuşamamanın hırçınlaştırdığı sevdanıza kavuşmayı niçin ertelediniz?

Sevde! Sevde! Kızımmmm!. Okuluna geç kalacaksın uyan!
Tamam, anne kalkıyorum.
Gördüğü rüya mıydı?

Tüh ya! En mühim soru yanıtsız kaldı. Of anne iki saniye sonra çağıramaz mıydın beni?

13.04.2014[/accordion]
[accordion title=”Sahafzade Kitabevinin Temmuz Ayında En Çok Talep Gören Kitaplar Listesi” load=”hide”]Deliduman
Son Kamelya
Senden Önce Ben
Elif Gibi Sevmek
Böğürtlen Kışı
Yüzyıllık Yalnızlık
Kürk Mantolu Madonna
İlber Ortaylı Seyahatnamesi
Aynı Yıldızın Altında[/accordion]
[/accordions]

Bu yazıyı paylaşın
Giresun Blog
Giresun Blog

Giresun Blog, şimdi Giresun'u keşfedebileceğiniz kapsamlı bir şehir rehberine dönüştü. Mekanları keşfedin, yazıları okuyun ve alışveriş yapın!

Articles: 99

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2013-2015 yılları arasında Karadeniz'in en güzide şehirlerinden biri olan Giresun'u tanıtmak adına bağımsız yazarlarla başlattığımız Giresun Blog projemizle artık ilgilenemiyor olsak bile bu zamana kadar yazılmış olan birbirinden önemli yazıları sizlere arşivlemek istedik. Önemli bir kısmını da şehrimizin daha geniş kitlelerce tanıtımına destek olmak amacıyla Gezimingo seyahat sitesine aktardık. Dilerseniz birden fazla bağımsız yerel Giresunlular tarafından yönetilen sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip edebilirsiniz.